TRAWLER |
"Rahmetli annemin rahmindeki suya bulandığımdan beri kendimi denizci hissettim" filan gibi tanımlamalara giremiyeceğim. Yaklaşık 60 yıllık ömrümün büyük kısmı denizle haşır, neşir geçti. 50'li yılların başında olsa gerek, mantar can yeleğim olmadan Dayım beni Kabataşta o zamanki Atatürk Kız Lisesi, şimdiki Güzel Sanatlar Akademisinin rıhtımından boğazın güzel sularına, denize attığında hayretle yüzebildiğimi gördüm. Hala suda devam ediyorum. O tarihlerde denizle haşır neşir olan balıkçılara, denizcilere, benim gibi çocuklara pek iyi gözle bakılmaz, "haylaz", "serseri" filan gibi sıfatlar ile tanınırlardı. Çocuk dediğin üstü başı temiz, yazın evde kitap okur, kaldığı ikmallere çalışır, hadi hadi bilemedin zaman zaman sokakta top oynamasına göz yumulurdu. İstanbul'da veya deniz kenarı başka bir şehirde olduğumuz sürelerde benim ve aynı tür arkadaşlarım gibi bütün gün deniz kenarında veya sandalda denize don ile girip, eve kirpiklerinde tuz ve deniz suyu ile islak donla eve gelenlerin hakkı kötekti, her gün! Kendimi "Denizci" sınıflandırmasına sokamıyacağım çünkü gerçek bir denizcinin sahip olması gereken deneyime hala sahip olduğuma inanmıyorum. Kendimi ancak "Denizsever" veya "Deniz Tutkunu" olarak sınıflandırabileceğim. Her ne kadar yaşamımda bir çok teknem olduysa da, tecrübenin sonu yok. Her halde söyleyebileceğim tek şey; "denizde çok mutlu oluyorum". Bu gün gibi, soğuk, yağışlı, kurşuni bir Kalamış gününde veya içim sıkıldığında, darda olduğumda aklımı oynatmamak için hep kendimi teknemde, denizde farz eder etrafımdaki iğrençlikleri görmezlikten gelirim. Neyse, kendimi tanıtmak için bu kadarı fazla bile. Konumuz, yani sizlere aktarmak ve paylaşmak istediğim "Hangi Tekneyi Alacağım?"sorusunun çözümüne benim izlediğim rota ve seyir esnasındaki deneyimlerim. Bu soruyu sormama Dr. Korhan Sökmen arkadaşımın, üstadımın sitesindeki (catamaranvega.com) "Mono-Hull mı, Katamaran mı"? adındaki güzel makalesi yol açtı. Belki, yaşamında engin deniz tecrübesi edinmiş Korhan gibi insanlar bu soru ile sık, sık karşılaşıyorlar. Bir aşamada bende karşılaştım ve seçimim Korhan kadar cesur olamadı, konvansiyonel mono'da kaldım. Son teknemi almadan evel daha değişik bir sorun ile yaklaşık 2, 3 yıl mücadele edip, araştırmalar yapıp, uğraşıp bir karar aldım. Üzerinde durduğum bu seçim son üç beş senedir güncel bir seçenek haline geldi, çok popüler ve sanırım moda oldu. Bu seçeneğin adı TRAWLER . Her nedense çocukluğumdan beri yelkenli teknelerin dışında hep gönlümü ve aklımı balıkçı tekneleri, iş tekneleri, dalgıç tekneleri, römörkörler, kömür şatları ve benzeri tip tekneler çelmiştir. Bunların ayrı güzellikleri dışında, denizde yapılacak bir iş için, yalnızca denizde bir hizmet vermek için yapılmış olmaları ve yalnızca denizci insanlara hizmet etmek için var olmaları bana cazip geliyordu. Bu tür teknelere ilk aşkım, şu an İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinin sahibi olduğu R/V ARAR gemisidir. O zamanlar E.B.K. Balıkçılığa aitti. 70li yılların başında, deniz dibi yapısı araştırmaları için bu gemi ile Karadeniz, İstanbul boğazı ve Marmara'ya çıktım. Sanırım R/V ARAR'da toplam birkaç ay kalmışımdır. Kapalı baş kasarası, havalı marşı, kocaman makine dairesi, Almanya'da yapılmış olması, denizci olması hiç şakaya gelecek unsurlar değildi. Anlıyacağınız gerçek bir denizci. O tarihlerde R/V ARAR gibi bir tekneye sahip olmanın hayalini bile kurmam olanaksızdı. Gel zaman, git zaman, o tekne, bu tekne derken 80'lerde amatör denizcilik dergilerinde özel kullanım için Trawler adı altında bir takım tekneler çıkmaya başladı. Bu tekneleri kafamda ve bu işten anlayan arkadaşlarımla ikiye ayırdık a) Trawler görünümünde motor yatlar, b) Gerçek trawlerlar. Trawler görünümünde motor yatlar çok güzeldi ama çoğunda suyun üzerinde giden karine yapısı vardı. Yani büyük makinalar, yüksek süratler, büyük mazot faturaları, yedek mazot filitreleri, yedek impellerler, gürültü, korkutucu süratler, vs, vs.
Benim ve bana benzeyenlerin Trawler'den beklediği özellikler şunlardır: 1. Bakım, tutum masrafları düşük. Yani, adam, örneğin Amsterdam'dan kalkacak, Kanarya adaları üzerinden Panama kanalından geçip, Batı Amerika sahillerini gezecek, oradan batı Latin Amerika sahilleri, ordan Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zellanda üzerinden Bodrum'a gelip keyif yapacak. Bu anlattığım o kadarda yapılmıyacak iş değil çünkü söylediğimin aynısı olmasa bile benzer parkurları yapan bir sürü insan var. Daha geçen yaz (2007) önce Datça'da demirde sonrada aynı tekneyi Çökertme'den çıkan Avustralya bayraklı bir Nordhaven gördüm ve fotoğrafladım. Paşa, paşa geziyorlardı. Bu tür Trawler'larda genelde 100 beygir civarında ama ağır hızmet sınıfnda bir ana makine oluyor. Benim gibi sağlamcı bir tipsen, ana makinanın yanına, asimetrik olarak bir tanede 40-50 beygir bir yardımcı makine koy, ne olur, ne olmaz! İstersen jeneratörünü büyük tut, gerektiğinde kullanmak üzere şafta bir elektrik motoru bağla. Bu tür sistemlere "eve acil dönüş sistemi" diyorlar. Bütün bunlara karşılık, toplam kapasitesi anormal büyük olan seri yakıt tankların ve tanklar arası transfer pompaların olacak. En önemli yan sistemde yakıt temizleme sistemin olacak. Günlük yakıt tankına yakıt basmadan evel son bir filitlreleme sistemin olacak. Dizel makinalarda arızanın en önemli nedeni kirli yakıttır. İstediğin kadar iyi ve tamiz yakıt al. Mazot durduğu yerde bakteri üretir, yakıt tankının cidarlarında acayip şeyler büyür yetişir, filizlenir, yeşerip tarla oluşturur. Deneyimlerime göre, yakıt tanklarına istediğin kadar bakteri önleyici katkı maddeleri kullan. Kaldıki bu katkı malzemelerinin fazlası makine için zararlıdır. Bir önceki teknem Tarchin'in yaklaşık 25 litrelik makineden önceki son dinlenme kabını yeniden yaptık. İşi yapan bilgili, eli çabuk Aydemir Salor'a (Bodrum Marina) çıkan, 31 yaşında eskisini atmayıp, bir pencere açıp saklamasını istedim. Aydemir pencereyi açıp tankı saklamış. Dinlenme kabının içine bakınca inanamadım. Yaklaşık 1.5 santim kalınlığında, koyu kahve rengi ve yapısı koyun beyni gibi bir tabaka vardı. Demekki aynı doku benim 2 x 750 litrelik yakıt tanklarında da vardı. Yakıt tanklarının yeniden yapımı büyük işti. Bu işi yapmak için ana makine yerinden çıkarılacak, tercihen HDP'den iki adet, iskele ve sancak olmak üzere yakıt tankları yapılıp yerine monte edilecek, bütün bunları yapmışken 1985 model 120 HP, 6 silindir, 2.500 saatteki tabii havalandırmalı (turbosuz, intercoolersiz, after coolersiz) ve günahsız DAF makinayıda eşit güçte, yarısı kadar, 4 silindirli (daha fazla vibrasyonlu) modern bir makine ile değiştirelim bari! Tarchindan ana makinanın çıkartılmasında iki yol var:
Bu kadarını yapmışken bari büyüklük ve ağırlığının dışında bir günahı olmayan jeneratörü de değiş. İskeleden sancağa kadar giden, her halde bir tona yakın mekanik, 4 silindirli 65 HP VW Golf makinası ola jeneratörü de yeni ufacık bir paket ile değişelimmi? Deki ana makinayı ve jeneratörü değiştik, bu sefer teknenin su hattı değişecek, yeniden suya indikten sonra deniz suyu iz yapana kadar beklenecek ve yeni zehirli ile bordo boyası vurulacak. Bu kadarı fazla, yeni tekne yap daha kolay. Bu işlere kalkmışken istersen tekneyide ortadan kesip 2m uzatalım, ara bölmelerin yerlerini değişip kamaraları filanda değişelim??!! Dönelim Beebe'nin teknesine, Singapur-Amerika yolculuğu esnasında Kaptan bana enterasan ve anlamlı gelen bir iş yapıyor. Ana makinanın soğutma suyunu (egzos sistemi kuru tip) getirip mutfak lavabosunda bir ek musluğa bağlıyor. Hem gece, gündüz dışarı çıkmadan soğutma suyunun devri daim yaptığını gözü ile görebiliyor, hemde bulaşıkların kaba kirini sıcak deniz suyu ile yıkıyor. Buda tatlı su tasarrufu sağlıyor. 1980'li 1990'lı yıllarda Trawler işi oldukça gelişti. Bu gelişmeye değerli katkılarda bulunan diğer bir isimde gene Amerikalı George Buehler. 1999 yılında "Trawler Yat Kitabı" (Troller Yacht Book) yayınladı. George Buehler dikkat ettiyseniz Trawler yerine Troller sözcüğünü tercih etti. Bu kitabın ilk sayfalarından birindende şu ibareyi yazdı: " Tanrım, lütfen beni affet, ben bir motorlu tekne ile gezmeye çıktım ve çok beğendim ". Tanrının verdiği nimet rüzgarı biz trawlerciler yok sayıp, onu aldatıp motorlu tekneleremi binecektik?
Buna ek olarak, Amerika'da, yani yakıtın Türkiye'deki fiatının fraksiyonuna alınan bir ülkede yelken maliyetine karşılık motorlu tekne maliyeti gene motorlu tekne lehine hesaplar çıkarttı. Şöyleki: Yazarın bir arkadaşının 55 feetlik bir ketch'i var. Ketchin içinde bir adet GMC makine, saatte yaklaşık 3 galon yakıyor (yaklaşık 12 litre/saat). Adam Tahiti'den Seatle, Oregon'a sırf makine ile geliyor, hiç yelken açmıyor. Yalnızca bu seyahatte yaktığı yakıtın fiatı artı teknenin armasının ederi bir trawler'in 60.000 nm yol katedebileceği yakıt alabiliyor (ne yazıkki yalnızca Amerika'da alabiliyor). Bu gün bu yakıt fiatları artık geçerli değil ama bu günkü fiatlarla da bir hesaplama yapılsa, her halde gene trawler lehine çıkar. Ancak, trawler diyince, mutlaka ufak makine ve 5-7 nm süratlerden bahsediyorum. Öte yandan, trawler dizaynı uzun yolculuklar ve kaba denizler için uygun olmaya mecbur, Buehler dizayn uygun olmazsa tekne sizi öldürür, öldürmese bile ölesiye korkutur demekte. Bir gözü tell taillerde, diğeri rüzgar yönü ve hızı göstergesinde, adrenalin tavan yapmış bir adama 5-7 nm/saat sürat baya sıkıcı gelir. Ama sırtında en rahat pijaman, teknenin kıçında oltan, elinde kitabın, ayakların kuru ve sıcak, güzel müzik eşliğinde rahat koltuğunda seyir yapıyorsan ve süratin ortalama 6nm ise, bir günde 144 nm yol alırsın, bir haftada 1.008 nm yol alırsın, bir ayda 4.032 nm yol alırsın. Atlantik geçişi kaç mildi? Efendim? Duyamadım? Bütün kitaplar okundu, konu hakkında üne sahip "Passagemaker" dergisi sıkı, sıkı takip edildi, konu enine boyuna Orhan Özeray'ın başkanlığında toplanan KYK Trawler Danışma Kurulu tarafından incelenip uygunluğuna karar verildikten sonra biraz daha gerçekci çalışmalara geçildi. Bu arada Ahmet Edipoğlu ve Kurtuluş da trawler sevdasına kapılıp takıma katıldı. Plan aramaya başladım, netice 1.Trevor Bolt, Kanada, 2.Vripack, Hollanda. Trevor Bolt çok çekici ve hain görünümlü 15m bir trawler çizmiş. Suda yüzen yapılmışları da var. Ama yalnızca saş planlarını ve saç kesim CD'si veriyor. İç mobilyalar, elektrik sistemi, su sistemi, hidrolik filan yok. Fiati yaklaşık 3.500 usd. Vripack , 15.5m güzel bir tekne planlamış, hem tekne planı hem iç mobilya (ek ücrete tabii), elektrik, su filan en ince detaya kadar veriyor. Bu teknelerin Hollanda yapımı üç, beş yaşında kullanılmışlarına Avrupa piyasasında 550.000 euro isteniyor. Hediyesi iç planlar dahil 12.500 euro. Eğer ederi 250.000 euroluk bir tekne yapıyorsan planlara vereceğin para tekne bütçesinin ancak yaklaşık %10'u. Hakkıdır dedim, bir iş seyahati dönüşü Vripack'ın Amsterdam'ın araba ile 2-3 saat kuzeyindeki Sneek şehrinin yolunu tuttum. Orada beni Türkiye'de iyi tanınan Remko Kort karşıladı. Tamamen denizcilik ile sınırlı, muhteşem güzel bir sanayi sitesinin içinde iki katlı güzel bir binaları var. İç tasarım, dış tasarım, mekanik sistemler filan diye bölümleri var. Her halde en az 70-80 kişi çalışıyor. Ahmet ve Kurtuluş'un da aklında olan sorumuzu Remko'ya sordum, biz 15.5m trawlerleri Türkiye'de yapıp sana getirsek alıp satarmısın? Remko'da, "tekneler buraya geldiklerinde kullanılmış tekne olurlar" dedi ve bu cevap Türkiye'de tekne yapıp denizden Avrupa'ya götürüp satmak fikrini oracıkta öldürdü! Hesap, kitap yapıyoruz işte saçın kilosu şu kadar, kesim bu kadar, boya şu kadar, kaynak bu kadar. Topla, böl çıkart netice her seferinde 250.000 usd altında çıkıyor. Allah razı olsun, Osman Atasoy bana Uzaklar II'yi yapan ustanın telefonunu verdi. Berbat bir kış günü Tuzla'nın E-5 üst tarafında, masalarında lekeli, koyu vişne çürüğü perde kumaşından örtüler bulunan bir kahvede buluştuk. Usta bana Osman'a verdiği işcilik fiatını verdi. Verdi ama adamın tekneyi kuracak yeri yok. Önce tekneyi kuracak yer bulmak gerekiyor. Sektörü bir miktar tanımama rağmen gemi piyasası patlamış, dünyadaki hemen, hemen tüm tershaneler 2010 yılına kadar dolu. Adamlar verdiğin selamı bile alıp, karşılık verecek durumda değiller. Bir taraftan ben ve Orhan Özeray takımı, diğer taraftan Ahmet Edipoğlu takımı eski, yıkıntı, terk edilmiş, iflas etmiş, batmış fabrika binalarını gezip yer bulup kiralama çalışmasına başladı. Yaklaşık bir ay sonra pes ettik. Bu arada aklımda hep Osman Atasoy'un ettiği bir laf gidip, geliyor. "Teknenin yapımı için seçeceğin tershane evine yakın olmak zorunda". Benim evim-Tuzla de ki 40 km tek yön. Haftada 3 kere en az gidip bakacağım, bakmazsam olmaz. Bu eder haftada 240 km. Tekne bir yılda bitse, benzin, menzin masrafını bir kenara bırak, ben İstanbul trafiğinde ek olarak bir yılda 12.480 km yapacağım. Buda beni ciddi olarak ürkütüyor. Üstelik muhtemelen geri gelirken kafan kaynakçıya bozuk, asabiyet yapmışsın. Baktım Yelken Dünyasında birisi Vripack 15.5m Trawler yapıyoruz diye ilan vermiş. Randevüleştik, heyet olarak ziyarete Tuzla'ya gittik. Çocuk düzgün, üstelik iki adet 12m kızakta, inşaa aşamasında. İşcilik mükemmel, kusur yok! Bizim tekneler için hesap, kitap, içi boş, sonradan kamaraları filan biz yapacağız veya yaptıracağız fiat nereden bakarsan bak 450.000 euro. Nerede kaldı bizim 250.000 usd???... Ev almak için mütahite gidince 100 metre kare ev soruyorsun, karşındaki mütahit sana "500.000 dolar" diyor. Sen ona "kardeşim, lüks inşaatın metre kare fiatı 500 dolar, nereden çıktı bu 500.000 dolar sana burası 50.000 dolara mal oldu" diyemzsin ki. Mütahit de ekmek yiyecek, Tuzla'da Vripack inşa eden arkadaş da ekmek yiyecek, burası hilal-i-ahmer cemiyeti değil ki! Baktım Ahmet bu işten tırstı, gitti 50 feet yepyeni bir Beneteau tekneyi Barbaros Akyelken'e Nisan 2007 teslim tarihi ile ısmarladı. Aldım kafamı iki elimin arasına, ben ancak kullanılmış bir trawler alabilirmim kararı ile doğruldum ve hücuma geçtim. Alabileceğim iki marka var a) Grand Banks, b) Nordhaven.
Cehennemi bir ağustos günü Marmaris Netsel'de bir gün fazladan kalıp, satılık bir Nordhaven'a Oya, Baha ve Tülin'le bakacağız. Betonlar olmuş birer fırın. Nordhaven'da marinada bize en uzak noktada, bundan sonrası için mutlaka tekne filan tutulması gerekli. Sıcakta zor bela gittik, tekneyi açtık, içine girdik filan Oya kan, ter içinde kendini dışarı zor attı, koşa, koşa Tarchin'a gelip, telsiz ile marinaya ayrılıyoruz çağrısı yapıp canımızı denize zor attık. Bu şekilde Nordhaven projemizde yattı. Derken bir gün Yalıkavak Marina'da Arman diye bir broker ile tanışıp trawler geyiğine başladık. Arman bana Marmaris yalancı boğazda satılık bir George Buehler çizimi, Çin yapımı, 15m, Dizel Ördek olduğunu söyleyip sahibinden randevü aldı. Ertesi sabah ben, Orhan Özeray, küçük kızım Aslı ve arkadaşı Hande Cansen kendimizi Bodrum-Datça feribotunda bulduk. Ver elini yalancı boğaz. Hava gene cehennemi. Marinaya vardığımızda trawleri üzerine sera örtüsü örtülü olarak, sahipleri içeride bizi bekler bulduk. Aslı ve Hande turlarını yaklaşık 3 dakikada tamamlayıp dışarıya gölgeye kaçtılar. Orhan tamamen yok oldu, tekneye galiba çıkmadı bile. Sahibi Amerikalı, benim gibi sivri zekalı, yanında Vietnam'lı hanımı ve hanımının bir akrabası başka bir kadın daha var. Adam by-pass olmuş, kemer seviyesinden neredeyse çenesinin altına kadar yeni geçen bir ameliyat izi. Rahatsızlığından dolayı tekneyi satıyor. Tekneyi iki sene evel Çin'de yaptırmış. Yapım aşamalarını içeren güzel bir albüm var. Zincir dolabının içeriye bakan su geçirmez kaportasından tut, VHF lerine kadar teknede hiçbir kusur yok. İşcilik mükemmel. Doğrusu Çin'de yapılan bir teknede bu kadar temiz ve bizim normlarımıza uygun bir işcilik beklemiyordum. Gel, gelelim bu teknede içeride yaşamak üzere dizayn edilip inşa edilmiş. -Ama ben Ege'de dışarıda yaşarım. Ahmet Edipoğlu akıllı adam, serüveni kısa kesip gitti aylar önce yeni teknesini ısmarladı. -Alo, İskender bey, benim adım Sinan Enç, DS 49 kaç para ve ne zaman teslim edersiniz. İskender haklı, görmeden tekne alınmaz. Kalktım Marmaris Albatros Marina'nın yolunu tuttum. Sonunda İskender beni Netsel'de bir DS 49'a soktu, inceledim. Tekne güzel, makine istiyorsan yeni jenerasyon 110 HP Yanmar, yelken istiyorsan pek de abartı ve iddalı olmayan bir arma, 3 kamara, iki WC. Akşam Dr. Korhan ve Şeyda'nın misafiriyim, tekneyle gitmiştim, bende yalancı boğazda bağlıyım. İskender'i biraz sondaladım, baktım Korhan da Şeyda da geçer not verdiler. -"Seni tanıyana kadar biraz mesafelidir" dediler. Üstelik çocuk Yüksek Denizcilik güverteden. Kısa bir süre sonra: -Alo, İskenderciğim, DS 49 kaç para ve ne zaman teslim. Gene kısa bir süre sonra: -Alo, İskenderciğim, kaporayı nereye yatıracağım, ama tekneyi 19 Ağustosta (2007) isterim Yaptığım şımarıklığın tamamen farkındayım ama başka çare yok, kısa bir süre sonra: -Abi, sana 19 Ağustos'ta teslim edebileceğim bir tekne var ama üzerinde istediğinden fazla aksesuvar var, yaklaşık 35.000 euroluk. İtiraf etmeliyimki sipariş esnasında İskenderciğimi biraz daha irite ettim. Ama İskender'in de Korhan, Orhan ve Hasan'ın arkadaşı olarak benden başka bir şey beklemesi zaten doğru değildi, yani aslında hata İskender de!. Ekstralara gelince, tek söyleyebileceğim şey Allah razı olsun, hepside kullanışlı. Bir tek manevra pervanesini ben burada taksaydım bir hatta iki numara büyüğünü takardım. Gereklimi? Belki değil ama huyum bu. Ahmet dahil, yeni tekne ismarlıyanlar tekneleri Güney Fransa'ya gelince yanlarında bavul, sandık, bohçalar ile tekneyi almaya gidip bir sürü fuzuli problemler yaşıyorlar. Tekne yeni, ne sağlam, ne sağlam değil bellid değil. Üstelik tekneye yabancısın, kinistin vanasını bile arayıp bulacaksın ve kalkıp Fransa'dan Ege'ye geleceksin. Bu en az 10 gün demek. Orhan'a kalsan, süratli bir seyir ile en az 3 ay! Yahu benim o kadar boş vaktim olsa Ege'de gezerim! Üstüne üstlük, kalkıp Güney Fransa'ya bavullarla, bohçalarla gideceksin, sen yeni ve görkemli bir tekne almış bir kişi olarak biraz poh pohlanıp, ağırlanmayı beklerken adamın biri gelip önüne teknenin anahtarlarını atacak ve uzaktan "aha teknen oradaki 5 DS 49 dan ortadaki" diyip basıp gidecek. Bu tartışmasız böyle olacak çünkü adam o gün 8 tekne telim edecek, yarında 9, öteki gün 10! Tekneni paşa, paşa Marmaris'te alacaksın, yolda yaşanan problemler ekip tarafından İskender ve ekibine yazılı olarak rapor edilecek, İskender'in dünya tatlısı ekibi de arıza ve noksanları tamir edip, armayı ayarlayıp sana tekneni fıstık gibi teslim edecek. Sattığım Tarchin teknesinden kaynak makinesi, kaynak elektrotları, spiral, spiral taşları, mengene, çekiç, yerinden kalkmayan iki adet takım çantası, Tekno Ege İzzet Eti'yi bile kıskandıracak bir paslanmaz vida kolleksiyonu, dalgıç takımı, oltalar filandan oluşan özel eşyalarım bizim Suat'ın Gündoğan'daki kahvesinin yaklaşık yarısını doldurdu. Günler yel gibi geçip tarih geldi 19 Ağustos 2007 oluverdi. Oya'yı, çocukları filan İstanbul'da bırakıp Bodrum'a geldim. Bodrum Rent-a-car'dan büyük boy bir adet Doblo kiralayıp arka koltukları söktürttüm. Sıcak bir günde, güneşin altında, daha çok Suat yukarıda genel tanımını yaptığım "özel eşyalarımı" Doblo'ya yükledi. Tavana kadar dolan araba yere yapıştı ama biri şöför mahalli olmak üzere iki insanın oturabileceği kadar yer var. Ver elini Marmaris, Albatros marina, günlerden 19 Ağustos 2007, Pazar. Vardığımızda, baktım bizim DS 49 koç gibi mendireğe kıçtan kara. "Özel eşya"ların arabadan alınıp, tekneye yüklenmesi sabaha karşı ancak bitti. Bu arada Orhan İstanbul'dan geldi ve tekneye intikal etti. Bu arada, İskenderciğimin ekibinden Zafer, İhsan, Şahin, Peter, Nusret gidip, gelip bana boyuna dosya, kitap filan gibi önemli olduğunu söyledikleri evraklar filan teslim edip gidiyorlar bende bunları alıp, alıp bir yerlere tıkıyorum. Bir de bir takım konuşmalar oluyor; -Abi, biz sana tekneyi anlatalım, yarın da denize çıkıp yelken yaparız. En nihayet bir hafta kadar gezdikten sonra, gezi esnasında gördüğüm eksik, noksanları not edip geri geleceğime söz verdikten sonra anlaşıp sulh olduk. Sabah güneş ile beraber ipleri çözüp çıktık. Çıkar, çıkmaz tam yol verip iskele ve sancak alabanda yapıp 8 çizdim. Bakalım ne olacak. İçeride bardaklar filan düşüp kırıldı ama tüm sistemler normal. Derken acayip bir ses gelmeye başladı. Ulan bu ne? Sahil Güvenlik helikopteri tepemde "bu herif ne yapıyor acaba" diye gözünü dikmiş şaşkın, şaşkın beni izliyor. Mahcup bir takım işaretleşmeden sonra yola devam ettik. Öğleden sonra Ege'nin güzel rüzgarını 4-5 kuvette bulup yelkenleri açıp makinayı stop ettik. Direğin dibinden, iskeleden 5, sancaktan 5 rengarenk ipler spinlocklardan geçip havuza geliyor ama hangisi ne işe yarıyor diye düşünürken Orhan bu işi çözüp çok kolay olduğunu söyledi. Rüzgarı da bulduktan sonra Orhan'ın yüzündeki müstehzi ve sinsi sırıtma tekneyi beğendiğini belli etti. Biz birkaç gün güzel gezdik. Kısa bir süre sonra tekneyi Bodrum'dan alıp Marmaris Albatros Marina'da Top Leasur'a teslim ettim. Adet yerini bulsun diye yapılacak işler diye saçma, sapan bir liste hazırladım. En kayda değer notum, mevcut Danforth demiri söküp kıç anbara koyduk yerine Korhan'ın tavsiyesine uygun 28 kg'lık bir Bügel taktık, bu demire göre demir terazisini iki kere tadil ettik. Tekneye iki adet klima takılması ve jeneratör için soğutma suyu girişi yapılmak üzere bir haftalığına bırakıp İstanbul'a döndüm. Dönüş yolculuğu için yanıma arkadaş bulamadım. Suat'ın hanımı Avrupa'lı, bir resmi iş için onun hanımının memleketine gitmesi gerkti. Orhan son zamanlarda biraz abarttığı için evden izin alamadı. Bende Oya'ya "bu tekne ile tanışıp barışmak için en iyisi ben yalnız gideyim" diyip yola düştüm. Niyetim tekneyi Top Leasur'dan alıp, biraz gezip, bir hafta sonra filan Bodrum'a dönmek, sonra Oya ve kızlar gelip tekneyi görecekler. Tesadüf, bu aralık havada biraz sert, Top Leasur'daki çocuklar birazda bozularak, beni ikaz ederek, korkutacak hikayeler anlatıp beni yolcu ettiler. Her gün güzel tecrübeler edindim! Tecrübe "bir insanın yaptığı hataların toplamıdır" esasına göre tecrübe hanemi arttırarak son gün Palamut Bükü'nden çıkıp, kuzeye yöneldim. Artık Bodrum'a mı giderim, yoksa bir gece daha bir yerde kalırmıyım yolda karar vereceğim. Knidos'u dönünce pek hava yoktu, daha sabah erken sayılır. Kısa bir süre sonra 15 filan esmeye başladı. Genovayı tam açtım, rotaya girdim, trim yaptım, oto pilotun düğmesine basıp keyif yapmaya başladım. Misafir olarak Bodrum'a kadar bana bir serçe katıldı. Derken hava 35'lere çıktı, tırstım, yelken küçülttüm. Tekne çok rahat gidiyor, Knidos'u dönünce Kos'a yaklaşıp oradan Bodrum rotası yerine direk Knidos-Bodrum rotasını chart plotterdan bakıp 8 dereceye bağlandım. Çok ama çok rahat ve keyifli bir seyir sonrasında kendimi Bodrum liman girişinden önce Bardakçı'da buldum. Keşke bitmeseydi diyordum. Durdum, makinayı çalıştıdım, usturmaçaları astım, koltuk halatlarını hazırladım ve marinaya girdim, ağzım kulaklarımda! Ben hayatımda ilk kez, tüm tuvaleti batırmadan, sıcak bir ortamda kendi teknemde sıcak veya soğuk su ile duş alabiliyorum. Ben hayatımda ilk defa rotaya girip, yelken trimi yapıp, rüzgar olduğu müddetce otopilot ile keyif yapıyorum. Ben hayatımda ilk defa, 12 volt ile tuttuğum veya balıkçıdan aldığım balıkları kendi teknemdeki derin dondurucuda -21.5 derece C'de muhafaza edebiliyorum (biliyorum çünkü emin olmak için ölçtüm). Ben hayatımda ilk defa Bodrum'dan emek, emek getirdiğim abuk, sabuk takım çantaları, vidaları, yedeklerin yedeklerini filan tekrar tekneden boşalttım, Jeanneau'nun verdiği ve içinde voltmetre bile olan pırıl, pırıl bir takım çantasının yerini bile unuttum. Jeanneau'da veya rakiplerinde eminim her ay hatırı sayılır bir miktarda maaş alan ve konusunun uzmanı olan bir takım insanlar oturup senin yerine tekneyi içten tasarlıyor, pekde hata yapmıyorlar. Dış mimari apayrı ve dünyaca tanınmış tasarımcılar zaten teknenin sul altı kesimini yapmış. Mono almadan evel katamaran konusunda çok düşündüm, kalktım Paris fuarına gidip muhtelif markaları mukayese ettim. İlk defa her halde 8-10 sene önce Korhan'ın Venezia 42'sine binince nutkumuz tutulmuştu. Havuzda istersen dans partisi ver. Bir gece Orhan'a telefon edip "ben simdi 21.5 knot ile seyir yapıyorum" demesi de işin cabası. DS49 fiat braketine eşit olarak Lagoon 44 modelini çok sevdim. Sancak güverte mal sahibine ait ve çok konforlu. Gel, gelelim, marinada yalnız başıma, biraz da esen bir havada kıçtan kara yapmak kabus olur gibi geldi. Korhan her ne kadar " ben yapıyorum ya..." dese de açıkça bu düşünce beni ürküttü. Ben ve Ahmet Edipoğlu seçimimiz ile teknemize yılda 12.500 km. ek yol katetmeden, sinir bozukluğu yaşamadan ve denenmiş bir model tekne aldık. İster rüzgarı kullan, ister makine kullan. Üstelik teknemize bir yıl önce kavuştuk.
Belki okuyanların işine yarar diye birkaç konuya daha değinmek istiyorum. 1. Saç teknede pas sorunu olmuyor mu? Hayır olmuyor. Ama yapım aşamasında aşağıdaki işlemlerin yapıldığından emin olun.
Yapım aşamasında ve büyük paralar mal olacak bir takım teknelerin kabuk ortaya çıkana kadar astar, mastar atmadan yapıldığını kendi gözlerim ile gördüm. Bu tekneleri bedava verseler almam çünkü bir yıl sonra başına bela olacak. 2. Teknede Monte Jeneratör gereklimi? Hayır, gerekli değil. Hasan Sel'in Bulgar bir arkadaşı var, Pepo. İspanya'da oturuyor ve ihtisası Amel tekneler. Amel'in Super Maramu'su. Yalıkavak Marina'ya bir tane koymuş. Galiba bu arkadaş biraz sağlam çünkü birkaç tanede Super Maramu'su İspanya'da orada burada durup onu bekliyor. Pepo İspanya'dan çıkıp 7 günde Bodrum'a geliyor, hiç durmadan yedi gün seyir yapmak için teknenin konforlu ve güvenli olması gerek. Bu arkadaş Hasan'a sakın teknene sabit jeneratör takma demiş, git bir tane portatif al demiş. Her ne kadar Albatros'ta Peter bana jeneratör soğutma suyu girişi için kinistin vanası taktıysada gittim bir adet 2 kva Honda portatif jeneratör aldım. Bana jeneratör ne için gerekli? En önemlisi akülerimi şarj etmek için. Bundan önceki teknemde 10 senede 12.5 kva gücündeki jeneratörü belki toplam 10 saat kullandım. Jeneratör çalışırkende jeneratör yük sevdiği için klimaları çalıştırdım veya su ısıtcısını devreye soktum. O kadar! 1.750 ytl'ye 6 taksit ile aldığım Honda bana aşağıdaki ileri yapıyor:
Bütün bunları tabiki tek, tek yapıyor. Daha ne isteyim? İşim olmayıncada kaldırıp havuzluktaki anbardan birine tıkıyorum! 10.000 usd, 250 kg yükten, yedek impeller, yedek yakıt filitresi, "efendim 100 saat bakımı acenta yapmazsa garanti geçerli değil"dende kurtuldum.
Kaptanın Seyir Defteri'ne makale yazayım dedim, neredeyse kitap oldu. Bu yazıyı kimse sıkıntıdan çatlamadan okuyamaz valla. Sinan Enç Kaynakça: |